Devlet Bahçeli'den İnciler

Yahu Allah korusun bu adamlar bir de ülke yönetmeye kalkıyorlar yahu, inanılmaz gerçekten.






Bu da gerçekten Türkiye'nin ne kadar inanılmaz bir ülke olduğunu anlatıyor:

Trafik Kazaları mı, Terör mü daha tehlikeli?

Niye trafik kazalarinda ölen insanların cenazelerine haberlerde hiç yer verilmiyor? 

Niye komutanlar, politikacılar, gazeteciler, kameralar gitmiyor? Peki niye bunların hepsi şehit düştü dediğimiz ama aslında yok yolunda ölmekten başka bir şey olmayan insanların cenazelerini tıklım tıklım ediyorlar?

Trafik kazalarında her yıl binlerce insan ölüyor. Bazi kaynaklara gore 2009'da 3000 ölu ve 160000 yarali insan varmış. Hükumet niye bir şey yapmıyor?

Bu sayıyı baz alırsak (ki aslinda yılda 3000 ölü gene epey az, özellikle 90'lara nazaran) son 20 yilda 60 bin kişinin öldüğü sonucuna varıyoruz. 

Terör sorunu dediğimiz ama sorunun büyük bir kısmına kendimizin sebebiyet verdiğini unuttuğumuz olayları lanetlerken bile 30 bin kişinin öldüğünü bağara çagıra anlatmıyor muyuz?

Varlık Vergisi hakkında farklı iki yazı


Geçenlerde Murat Bardakçı, Varlık Vergisi'nin ne kadar da abartıldığını ve sadece Türkiye'de yaşayan gayrimüslimlerin değil bir o kadar ve hatta daha fazla müslamanın bu uygulama karşısında yıpratıldığını yazdı. Bu tezi, makalesinde, Cahit Kayra'nın yeni yayınlanmış bir kitabına dayanarak işledi. Bir çok sayı gerçekten de gayrimüslimler kadar müslümanların da Varlık Vergisi'nden feci şekilde zarar gördüğünü gösterir yöndeydi.

Beni gerçekten çok şaşırtmıştı bu makaleyi okumak, ve şu ana kadar duyduğum, özellikle Türkiye'de yaşayan gayrimüslimlerden birinci elden edindiğim bilgilerden çok büyük bir sapma söz konusu idi. Neyse ki, bu gizem çok sürmedi ve Baskın Oran imdadımıza yetişti. İkinci varlık vergisi Faciası adlı makalesinde, Cahit Kayra'nın kitabındaki sayıların nasıl çarpıtıldığını kanıtladığını iddaa etti. Neyse ki, gerçeğin saklanamama gibi güzel bir huyu olduğunu da böylece tekrar anlamış olduk.


Bu arada hemen belirtelim, ‎"Şükrü Saraçoğlu", Varlık Vergisini çıkaran zamanın hükümetinin başbakanıdır. Vikipedi'deki Şükrü Saraçoğlu ile yazılmış yazıya bir göz atalım:

"[...] Varlık Vergisi, Türkiye’deki Yahudi, Rum, Ermeni ve Levanten azınlığı ekonomik açıdan çökertmek için çıkarılmıştı. Bu yasada Müslümanlar servetlerinin sekizde birini, dönmeler (tabiyet değiştirenler) dörtte birini, gayrimüslümler ise yarısını vergi olarak veriyorlardı (Bakınız İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, Cilt 7, sayfa: 369).Saraçoğlu hükümetinin ayrımcı tutumuna en güzel örneği oluşturan bu uygulama, sayısız çatışmalara neden olmuştu. Bu modeli Hitler Almanya'sından alan Saraçoğlu, “göçe zorlama” politikasının en güzel örneğini vermiştir.
"Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır."[5] Adeta Hitler’in toplama kamplarından örnekler sunan bu uygulama, görünürde çalışmayı teşvik eder gibi görünse de, bu vergilerin çalışarak ödenmesi olasılığı o zamanlar da hiç yoktu. “Çalışın verin, veremezseniz terk edin gidin” mantığı, Hitler’in “Çalışmak Özgürleştirir” (Arbeit macht frei) mantığından alınmıştı.
"Şükrü Saracoğlu’nun Hitler’inkine benzer “toplama kampı” tutkusundan, Hitler’in elinden kaçan ve Türkiye’ye sığınan bir çok bilimadamı da nasibini aldı. 100 kadar Alman, 1944-1945 yılları arasında Çorum, Yozgat ve Kırşehir’de açılan toplama kamplarına gönderildi (Bakınız: Deniz Kavukçuoğlu, “Şükrü Saracoğlu Üzerine Ek Notlar”, Cumhuriyet, 16.Eylül.1998)."
"Nazi Almanyası'nın savaş yıllarındaki Ankara elçisi Von Papen ve onunla yakın ilişkide olan Türk hükümetinde yetkili ekipteydi. Refik Saydam, Şükrü Saracoğlu ve Numan Menemencioğlu'nun da dahil olduğu bu ekip Nazi Almanyasını desteklemekte, Almanya ile dış ticareti Alman para birimi "Reichsmark" ile yapmakta, TC banknotlarını Almanya'da bastırmakta, Almanya'ya paslanmaz çeliğin hammaddesi olan krom sevkiyatı yapmakta ve Sovyetler Birliği'nin işgal ettiği Kırım ve Kafkasyadaki Türk topraklarında askeri harekat yapmakta olan Nazi Ordusunu cephede takip etmek için komutanlar yollamaktaydı. İkinci Dünya Savaşı'nın "Milli Şef"likle idare edilen Almanya ve İtalya tarafından kaybedilmesi ve Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den Kars, Ardahan, Artvinve Sarıkamış'ı istemesinden sonra 1946'da Saraçoğlu istifa ederek Başbakanlığı Recep Peker’e devretti. 1 Kasım 1948 ve 22 Mayıs 1950 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı yaptı."


Bugün bu ismi, Fenerbahçe Spor Klubü kendi stadyumunun adı olarak kullanıyor. Ve milyonlarca insan için ise, bu gayet normal birşey.

Bedri Baykam ve Türk Solu

Bir ülkenin en ünlü ressamını düşünün ki o ülkenin en ağır ırkçılık kokan oluşumunda düzenli olarak makaleler yazsın.

Türkiye gerçekten Avrupa'daki 30'lu 40'lı yılların ırkçı faşist yönetimlerine özgü örneklerle dolu hala. Neyse ki bu insanların da soyu bitmek üzere.

Bedri Baykam ve kendisine ait olduğunu sandığım iki tane resimi. Bir sanatçı düşünün ki, Mussolini, Stalin veya Hitlerin resimlerini yapsın...

30'lu, 40'lı yıllarda bir ırka mensup olan devlet büyüklerinin çevresinde tüneyen entellektüel birikimli insanlar, toplumun nasıl ve ne şekilde biçimlenmesi gerektiği, toplum için neyin iyi neyin kötü olduğu gibi konularda söz sahibiydiler. Bu insanlar kendilerini halkdan ayrı görür ve onların sanat, bilim gibi yüksek değerlerden anlayamayan insan yığınları olarak algılarlardı. Herşey ideolojik bir eksen çevresinde döndüğü için bu insanların sanatı, bilimi, dünya görüşleri ve diğer herşeyleri sıkı bir şekilde kendilerini ayakta tutan bu ideolojiye bağlıydılar. Aslında özgürlüğü hiç tatmamakla birlikte kendilerini toplumun en özgür olan bireyleri zanlederdiler.

Devirler değişti, ikinci dünya savaşı oldu, ve bu devletlerin çoğu, yönetim biçimleri ile birlikte tarihe gömüldüler. Türkiye ise olduğu gibi kaldı malesef ve bu yüzden hala ve hala Bedri Baykam gibi sanatçılarımız var. Elitist mi elitist, ırkçı mı ırkçı, militarist mi militarist... 30 ve 40'larda ne varsa onda da var. Bedri Baykam'ın Türk Solu adlı ırkçı oluşumdaki yazılarını okumak için buraya tıklayınız. Aslinda daha ilginci, Turk Solu'nu hakkinda bilgi edinmek istiyorsaniz sizi buradan alalim.

Yılmaz Özdil'in Tablo Adlı Yazısı Hakkında

İbrahim Tatlıses ve Bedri Baykam kısa süre aralıklarla saldırıya uğradılar. İbrahim Tatlıses'in saldırıya uğraması kendisi bir mafya babası olduğu için pek şaşırılmaması gerekli bir nokta olmasına karşın, Bedri Baykam'ın uğradığı saldırı daha çok bir piskopatın tek başına düzenlediği bir işmiş gibi görünüyor.

Populist yazarların son zamanlarda en hızlı yükseleni Yılmaz Özdil, İbrahim Tatlıses ve Bedri Baykam'a yapılan saldırıların basında tuttukları yeri kıyaslayan bir makale yazmış. Bir kaç alıntı:

Vurulan “sanatçı”nın [İbo] çiğ köfte istediğini bile manşet yapan yandaş medya, bıçaklanan “sanatçı”nın bıçaklandığını bile lütfedip tek satır haber yapmadı.
 ...
New York'tan Paris'e, Roma'dan Viyana'ya, Cenevre'den Münih'e sayısız sergi açıp, Türkiye'nin çağdaş yüzünü göstermeye gayret etti [Bedri Baykam].
Bedri Baykam'ın çağdaş yüzünü görmek için bu makaleyi okuyabilirsiniz.

Bu arada benim gözüme başka birşey çarpmıştı aslında bütün bu olaylar meydana gelirken. Radikal.com.tr ve BBC.co.uk sitelerinde ki günün en çok okunan haberleri. Bizim ülkemiz bu saldırılar ile sallanırken, dünya Fukushima'da meydana gelen nükleer felaket ile yerinden oynamaktaydı. Radikal, Yılmaz Özdil'in de mensubu olduğu Doğan Yayın grubunun, daha solcu ve akıllı insanlar için çıkardığı bir gazetesi. Yılmaz Özdil'in şikayetlerini dinliyince sanarsınız ki Radikal Gazetesi bol bol Bedri Baykam ve Fukushima felaketi üzerine haberler versin.

Radikal:
1/Bu bahar yalancı mı? (7184)
2/Aldatılmak dert değil (6504)
3/İklim Bayraktar'dan SHP'li başkana tuzak iddiası (5027)
4/Cemal Süreya'NIN KALEMİNDEN İbrahim Tatlıses portresi (4844)
5/İbrahim Tatlıses'in vurulma anı kameralara yansıdı (4136)
6/Tatlıses suikastında koruma ihmali büyük (3308)
7/Çernobil sınırına dayandı (2915)

BBC:
1: Staff withdrawn from Japan plant
2: LIVE: Japan earthquake
3: Japan earthquake: In pictures
4: 'Radiation' text message is fake
5: New fire hits Japan nuclear plant
6: Q&A: Fukushima radiation alert
7: Two killed in new Bahrain clashes
8: Lessons from Three Mile Island
9: Reactor breach worsens prospects
10: Tsunami could be 1,000-year event

Ki bu sadece Radikal, tahmin edebileceğiniz gibi Hürriyet internet sayfası tamamen İbo hakkında haberlerle dolup taşıyordu aynı günler boyunca. Bilmem anlatabildim mi? Yılmaz Özdil boş boş konuşadursun, ona buna yandaş mandaş desin ama kendisi de yavaş yavaş soyu tükenen ve koruma altına alınması gereken cinslere doğru tam gaz ilerliyor.

Türk Solu (mu?)

Yahu inanilmaz, bu iki logonun renkleri birbirlerine bu kadar benzer yani. 
Pixel degerine kadar ayni gercekten. Acaba kopya mi cekmisler niye dusunemeden
edemedim.


Son bir kaç zamandır duyuyordum, birileri gene bizim ulkeye ozel bazi icatlar pesindeler. Nedir bu icat? Turk Solu! Adina Turk Solu koyduklari bir politik olusum? Yani en azindan kendilerini oyle goruyorlar su anda.

Internet sayfalarina girince, bastan asagiya kokten bir irkcilik, kan ve sehit edebiyatiyla birlesip igrenc bir kan kokulu bulamac halini aliyor. Bunlar belki vampir olabilirler mi diye dusunmedim degil acikcasi.

Kurt dusmanligi hat safhada. Isleri gucleri kurt'ler hakkinda abuk subuk makaleler yazmak. Su makalelerin abuksubukluguna bir bakin allah askina:

Kurt istilasinin 80 yili
Kurtler Kurtulus Savasina Katildi mi?;
Kurt sorunu yok, Kurt istilasi var
Kurt varsa, sorun var.

Bu yazilanlardaki icerik dupe duz insanlari kin ve nefretle birbirlerine dusurmekten baska birsey degildir, dolayisiyla Turkiye'de bu bir suctur. Ama tabi hic bir zaman kullanildigini gormedigimiz bir kanun metni olarak bir yerlerde durdugu icin, kimsenin kilini kipirdatacagini sanmiyorum.

http://www.turksolu.org/sehit/4.htm adli linkte yazanlara bir bakalim:

Bugün PKK terrü [imla hatasi yapmis eleman, turkceyi duzgun yazamiyor] ile mücadelede en önemli nokta budur. PKK, Kürtleşmeden güç almaktadır. Türkler Türklüğünü korursa PKK zayıf düşecektir. Bu ise askeri değil toplumsal bir çözümü gerektirir [cok bariscisiniz yani]. Türk, kendi sorununu kendisi çözecektir.
Bunun için ilk başta yapılması gerekenlerse şunlardır.
1- Her Türk, alışverişini mutlaka Türkten yapmalıdır. [hahahahaha ilk basta yapilmasi gereken alisverisi dogru yerden yapmak]  Kürde aktarılan para PKK’ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir 
2- Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır [ waybeea, hemde istanbul sivesiyle konusacagiz, turkce konusmak yetmiyor yani. Turkmenistan'daki elemanlarda istanbul sivesiyle konussunlar o zaman]. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri [hangi sehri?]istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır [evet karadenizde, ic anadoluda yerel siveleriyle konusan insanlar, bunu kurtlerden sebep yapiyorlar]. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır.
TV’lerdeki Kürt dizilerinin, Kürt müziğinin, her adım başı Kürtçe müzik çalan barların, kasetçilerin, minibüslerin ortasına düşen Türk ister istemez lisanını yitirmektedir [neymis bu kurtler ya, butun ulkenin trendlerini onlar belirliyormus da haberimiz yokmus, butun kinlerin ozu korkudur demis bir buyuk].
Buna direnmek için
Türk, Kürt dizisi izlemez.
Kürtçe müzik dinlemez.
Kürtçe müzik çalan barlara gitmez.
Kürtçe konuşulan minibüse binmez.
Kürtçe kaset satan dükkandan alışveriş yapmaz.

3- Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir [evet turkler cok moderndir, hep soylerim]. Türk medeniyeti [biz gocebe degilmiydik orta asya collerinde?], köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır [bu yaziyi kim yazmissa, onu ic anadoluya surgene yollamak lazim].
Yıllarca İstanbul’da Sivaslı, Erzincanlı, Malatyalı, Tokatlı Alevi kitlenin yarattığı köy ortamı, Kürtçülüğü güçlendirmiştir. Türk’ü saza mahkum eden köylü kafası, bugün şehirleri Kürt kültürüne teslim etmiştir.

4- Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir. Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir.
Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimile olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir.

5- Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan [pardon? tutamadi kendini gene arkadas ve kan kustu :), oglum "ergenekon", "ergenokan" degil. heryerde kan yok] çıkartacak bir kurtarıcıdır [bu ergenokan cumlesi nereden geldi aklina acaba].
Neyse iste bunun gibi onlarca yazi, sayilar, tablolar, arada sirada, evrim teorisi hakkinda yazilar, yani bir bilimsel gozukme havalari hakim. Tabi bu tipler sayi gorunce bir sey anlamadiklari icin herhalde, kesin dogrudur o zaman, diye kestirme gidebilirler diye dusunuyorum.




Bir de, nasil oluyorda solculuk kavrami ve milliyetcilik kavrami yanyana gelebiliyorlar? Fransiz Solu, Japon Solu, Arap Solu, olmaz ki bunlar, olayinin amacinin ozune ters gelir solculukla, milliyetciligi karsilastirmak. Solcu, halklarin kardesligi gibi sloganlarla, milliyetcilik kavramina kokten karsi gelir. Zaten sosyalist enternasyonal diye bir organizyon vardir, her sene cesitli ulkelerden gelen solcular, aah pardon, gercek solcular, bulusurlar ve konusurlar. Simdi o organizasyona kendilerine Turk Solu diyen tipler gidebilir mi? Naah gider! Yani bu adamlar solcu molcu degildirler. Peki nedir bu adamlar?


Bu adamlar dupe duz irkcidirlar (galiba bu cumle hic bir yeni bilgi icermiyor). Yarim yuzyil oncesinde, Hitler diye bir zebani de solculukla, milliyetciligi birlestirmeye calismisti. Kendilerine Nationalistsozialist diyen bu zebaniler dunyayi bir bok cukuruna benzetmislerdi. O zamanda, ayni simdi bu fasistlerin yaptiklari gibi, bir kusatilmislik, bir kurban olma politikasi uzerinden insanlarin oylarini almislardi. Mesele bakin su yandaki ki resme. Nazi amblemi uzerinde ne yaziyor? "Son care: Hitler", hemen hemen bu zevatin yaptigi sekilde ayni vurgu: kusatilmislik, kurbanlik, ve bu duygularinin somurulmesi. Aslinda bir korkudan baska birsey degil.



Alman Liseli ögrencilerden Emre Ak(p)öz'e yanit

Aşağıda Alman Liseli öğrencilerin, Emre Aköz denilen adama, yazmış olduğu güzel bir yazıyı bulabilirsiniz. İcerik, tutarlılık bakımından gerçekten çok iyi yazılmış bir yazı. Memlekette dolu olan köşe yazarlarının yazılarindan kat ve kat daha güzel ve yüksek kalitede yazılmiş bir yazı olduğu için kutluyorum kendilerini. Köşe yazarlarının yaptığı gibi yapmamişlar, imlasını ve Türkçesi düzgün, içeriği dengeli, hakaretsiz, yer tutmak için çift satır araliklarla yazmamişlar. Harika bir yazi.

Alman Liselilerden Emre Aköz'e yanıt
17.04.2011 - 18:16

Cuma günü YGS'deki şifre skandalına karşı Büyük Liseli Buluşması'na "Cemaate Geçit Yok" pankartıyla katılan Alman Liseli öğrencilere dünkü yazısında "Bu veletlerin acaba kaçı bir Gülenciyle tanıştı?" diyen Emre Aköz'e yanıt geldi.
Alman Liseli öğrenciler, Sabah gazetesi yazarı Emre Aköz'ün dünkü “Siz hiç 'öteki' oldunuz mu?” (http://sabah.com.tr/Yazarlar/akoz/2011/04/16/siz-hic-oteki-oldunuz-mu) başlıklı yazısında kendileri için kullandığı ifadeler ve Alman Liseliler'in liseli boykotuna katılmasını eleştirmesine Aköz'e bir açık mektup yazarak yanıt verdiler.
Alman Liseli Öğrenciler'in Aköz'e hitaben yazdıkları mektup şöyle:
Biz "Alman Liseli Öğrenciler", bu metni, başbakan ile köşe yazarlarının polemiğinde, meslektaşları için ‘sümüklünün teki’ diyen, karikatüristlere‘asker civelekleri’ diyen, polis tekmeleriyle çocuğunu kaybeden kadın öğrenci için ‘Duygu sömürüsünü kimse yutmasın. Madem bebeğini önemsiyorsun, ne işin var orada?’diyen, paralı eğitime karşı çıkan öğrencilere köşe yazılarında "tembel, asalak, bedavacılar’ diyen, Ankara’da direnen Tekel işçilerine “yan gelip yatanlar” diyen, solcu kadınlar için ‘Kerhaneye düşmek gibi bir şey’ diyen Emre Aköz’ün 16.04.2011 tarihli “Siz hiç 'öteki' oldunuz mu?” yazısına cevaben kaleme almayı uygun ve gerekli gördük. Söz konusu yazısında Emre Aköz, Alman Liseli Öğrenciler olan bizlerin açtığımız "Cemaate Geçit Yok" pankartı üzerinden hareketle, eylemimizin ve söylemimizin içini boşaltmayı, haklılığımızı çarpıtmayı amaçlamıştır. Emre Aköz'e açık mektubumuz:
Emre Aköz, alışkın olduğunuz dilin dışında, içerisinde hakaret barındırmayan bu yazıyı anlamanın sizin için zor olacağını düşünsek de üslubumuzda hakaret ve aşağılama barındırmamaya özen göstereceğiz.
İlk önce kendimizi tanıtalım: Bizler, sizin tek kelimeyle 'veletler' olarak geçtiğiniz insanlar olmanın ötesinde, okuyup düşünen, sorgulayan ve derdini insanca anlatmaya çalışan, geleceğine sahip çıkan, lise öğrencileriyiz. Yazınızda eylemin liselilere “yaptırıldığını” yazarak sadece Alman Lisesi öğrencilerine değil, hakkını savunmak için sokaklara dökülen bütün liselilere hakaret etmişsiniz. Liselilerin bu eylemleri yönlendirme olmadan, baskı altında kalmadan hatta “merkezi kimlikleri” savunup “ötekileştirmeyi” meziyet sayan bazı gerici okul yönetimlerinin baskılarına karşı, kendi özgür iradeleriyle gerçekleştirdikleri açıktır. Öğrencileri yönlendiren birilerini mi arıyorsunuz? Bizi yönlendirenler, aklımız, cesaretimiz, umudumuz ve aydınlık yarınlara duyduğumuz özlemdir. Bir örgüt mü arıyorsunuz? Evet tüm liseliler, öğretmenler ve veliler bu eylemler için örgütlenmiştir. Fakat sizin kaleme aldığınız bu yazıyı kendi isteğinizle mi yoksa hükümet-cemaat işbirliğinin kalemşörlerinin emriyle "sehven" mi yazdığınız büyük şüphe konusudur.
Gelelim söz konusu yazınızda bize sorduğunuz soruya: Bu veletlerin acaba kaçı bir Gülenciyle tanıştı? Cevabımız: Evet Tanıyoruz! KPSS'de soruları çalanları, YGS’yi şifreyelenleri, liselerde kadın ve erkek öğrenciler arasına santimler koymaya çalışanları, sınavlarda yine ‘sehven’ haremlik-selamlık’ uygulamasını yapanları, okullarımızı bilimin ışığından uzaklaştırmak isteyenleri en iyi biz liseliler tanırız. Peki Emre Aköz, siz hiç dershane parasını ödeyemediği ya da YGS de emeği ve hakkı hiçe sayıldığı için intihar eden akranlarımızla tanışma şansına eriştiniz mi?
Emre Aköz, bizim “Cemaat'e geçit yok” pankartımıza bozulmuşsunuz, sevindik. Evet Türkiye'deki dini sömürü kaynağı, geleceğimizi çalan, sınavları şifreleyen Gülen cemaatine liselerde geçit vermeyeceğiz. KPSS sorularını abi-abla evlerinden aldıklarını söyleyen bir sürü tanık var, peki siz hiç onlarla konuştunuz mu?
Yazınız, sadece biz değil tüm liselilerin eylemlerini manupülasyon altında yaptığımızı aşağılayıcı bir şekilde iddia edip, bütün öğrencilerin psikolojisinin böyle bir skandalla nasıl sarsıldığını, açıklamaların yetersiz ve bulanık, devlet içinde örgütlenen suçluların hala serbest olduğunu anlatmak yerine, eylemlerimizi farklı uçlara çekerek, söylemimizi çarpıtmayı amaçlamaktadır.
Aynı yazınızda "Almanlar, Türkiye'de okul açınca iyi; Türkler yurt dışında aynısını yapınca kötü!" söylemine yer vermişsiniz. Buradan anladığımız kadarıyla, siz, Alman hükümeti tarafından desteklenen eğitim kurumunu, bir devletten bağımsız kurduğu eğitim kurumlarıyla eşdeğer tutmaktasınız. Bu tutumunuz, bizlere, sizin de devlet içi cemaat örgütlenmesinin ve cemaatin devletleşmesinin farkında olduğunuzu düşündürüyor. Şunu anlamamız gerek ki biz Türkiye'ye yararlı olma iddiası olan gençler olarak çağdaş, bilimsel ve kaliteli eğitim arayışındayız.
Bir de yazınızda ‘Seçime iki ay kala ahmak ıslatan yağmurları başladı’ demişsiniz,(iyi etmişsiniz. Burada ahmak kimdir size sormak gerekir ancak hakkınızı yemeyelim, bizi iyi anlamışsınız.) Eğer bu skandalın sorumluları bulunmazsa, üstü önceki skandallar gibi kapatılmaya çalışılırsa, eylemlerimiz devam edecek ve liselileri provokatör, marjinal gruplar gibi göstermeye çalışanlar, bize bir şey olmaz diyerek yollarına devam ederlerse, kimin ahmak olduğuna tarih karar verecektir.
Bir de şöyle anlatalım. Alman Liseli öğrenciler olarak, diğer liselerden kardeşlerimizle, bizi destekleyen sanatçılarla, velilerimizle, akademisyen ve öğretmenlerimizle birlikte, geleceğimizi çalmaya çalışan karanlığa karşı İstiklal Caddesi’nde yaktığımız ateşten birileri rahatsız olmuştur. Bu ateş, provakatörlerin değil, hak ve hukuk, eşit ve nitelikli eğitim arayanların ateşidir. Ve biz inanıyoruz ki hür irademizle yaktığımız bu ateş bir yangın gibi büyüyerek bütün gençliğe yayılacak, ülkemizi aydınlatacaktır. Bu saygısız tavrınızla, gerçekleri çarpıtarak ve eylemlerimizin içini boşaltmaya çalışarak, öğretmenlerimize, anne-babalarımıza, bizlere ve bu eylemleri destekleyenlere dil uzatmanız, gelecekte de tarafımızdan hiçbir zaman cevapsız bırakılmayacaktır.

Kürtaj üzerine

Neden genelde insan hayatını koruma adı altında kürtaja karşı cıkan insanlar savaş tamtamları çalma konusunda o kadar çekimser olamıyorlar?



Ünlü çizer Martyn Turner'den bir karikatür:


-Doğmak üzere olan küçük bebekleri kesinlikle öldüremeyiz! Bu gerçekten çok ahlaksız olurdu.
-Ama bir kez doğsunlar, o zaman istediğimizi yapabiliriz.

No one is illegal! Bir insan yasadışı kalamaz!

Çocukları savaşınıza alet etmeyin!

Çocukları savaşınıza alet etmeyin!


Fazıl Say Nereye Koşuyor?


Hiç kuşkusuz Fazıl Say, gerek yeteneğiyle, gerekse uluslararası seviyede ulaştığı düzeyle ülkemizde yetişmiş gelmiş geçmiş en iyi müzisyenlerden birisi. Bunu doğrularcasına Fazıl Say, hakkında en çok sözedilen müzisyenlerden ve belki de en populer sanatçılardan birisi ülkemizde. Sadece Milliyet gazetesinin internet arşivinden bir arama yapmak bunun ne kadar da doğru olduğunu gösteriyor bize. Fazıl Say anahtar kelimesi yüzlerce sonuç verirken, Fazıl Say'ın hemen hemen haberlerde olmadığı bir hafta bulmak gerçekten de çok zor. Desteklediği futbol takımı hakkındaki yazdığı kısa mesajlardan, Twitter'daki hesabını artık kullanmayacağına dair detaylar bile başlıca haber sitelerinde binlerce okuyucuya servis ediliyor. Dolayısıyla Fazıl Say büyük bir medya desteğini arkasına alarak her an gündemde kalmasını başarıyor. Her ne kadar bunda Fazıl Say'ın müzisyenlik mesleği gereği yurt dışında ve içinde verdiği konserler katkı sağlasa da, maalesef ülkemizde Fazıl Say müziğinden daha çok verdiği sert üsluplu, argo kelimeleri de kullanmayı çekinmeden yaptığı demeçlerle bunu başarıyor. En son AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan'ın Eylül ayındaki referandum icin yaptığı kampanyayı, faşizm olarak nitelendiren, daha önce de arabesk muziği hakkında aşağılayıcı düşüncelerini dile getiren Fazıl Say, karşıt ve benzer görüşlü bir yazar, sanatçı ve entellektüel ordusunu da peşine takarak daha çok gündemde kalacağa benziyor. Ben tabloda, hem Fazıl Say'ın hem de Doğan Yayıncılığın karşılıklı (üstü açık veya kapalı) bir dayanışma içinde olduğunu görüyorum. Fazıl Say kendisinin hitap ettiği sosyal katmanlarda popülaritesini artırırken, Doğan Yayıncılık'ta hükümet karşıtı görüşlerini insanlara daha kolay aşılamak için Say'ı bir mediatör, bir nevi katalizör olarak kullanıyor. Her ikiside bundan kazançlı cıkıyorlar.

Geçenlerde kendisinin Murat Bardakçı ile giriştiği yazılı tartışmaya şahit olduk. Gerçi Fazıl Say'ın, Bardakçı gibi bir gazete köşesi yok, dolayısıyla Bardakçı'nın bu yazısı bir tartışmadan öte bir sopa atma  yazısıydı ama neyse. Benim gördüğüm kadarıyla Fazıl Say çoktan bazı sınırları aşmış bir yerlere doğru koşup, birilerini durmadan topa tutuyordu. Ve birisinin gerçekten kendisine bir ”yeter artık!” demesi gerekiyordu. Kendisinden duymaya alışmış olduğumuz ”biz bu ülkede yaşayan kurbanlıklarız” felsefesinin iflasını en sonunda Murat Bardakçı getirdi. Dinsizin hakkından imansız gelir dedirtecesine Bardakçı Say'ı bir güzel benzetti. Aralarındaki sürtüşmeyi gazete köşesinde herkese gösteren Murat Bardakcı'nın makalesine buradan erişilebilir.



Bu kan seni unutur mu + soru isareti

Her sabah okulda sınıfa girerken "Türküm doğruyum vs."; her spor dalında müsabakaya başlarken "Korkma! Sönmez .. vs."; artık yeni bir şey daha ekleyebiliriz bu uzun listeye:  Kan vermek! Evet. Kan vermek! Türk Kızılay'ının "yok artık daha neler!" dedirten reklamlarından bahsediyorum.
Normal olan her insanin yapabilecegi basit bir sey olan kan vermek için bile artık "Çanakkale geçilmez... vs." edebiyatı yapılması gerekiyor anlaşılan. Yakında su, domates, yumurta, deterjan, prezervatif reklamlarinda bile karşımıza Çanakkale'deki şehitler çıkabilir. Ve ya artık, her gece uyumadan once, eskiden ilk mi, orta mı, bir okulda din hocası (!) söylerdi bize, gece yatmadan önce 5 defa Ayetelkürsi, sabah kalkmadan 5 defa daha. Aynı onun gibi oldu işte. Bu gidişle artık Türk toplumu olarak, 20 sene sonra gece seks yaparken bile bunlardan gaz alır duruma geleceğiz. Bir nevi Viagra! Türk toplumunun Viagra'sı durumuna gelecek Milliyetçilik. Bunun gibi bir hal aldi artik bu kan ve milliyetci edebiyati. 

Aslında bir çok açıdan üzücü bir olay bu. En önemli açılardan biri ise, artık bu işin cıcığının çıkartılmış olması ve belki de hakikaten saygıya değer olan şeylerin artık bir şekilde oyuncağa dönüştürülerek bir şekilde içlerinin boşaltılması. Yazık.